Koronalı günlerde nostalji

 

 

Bu dördüncü Cumartesi sabahı bütün bu salgın hikayesi bizim ülkeye bulaştığından, ilk vaka haberini aldığımızdan beri! Korona virüse yakalananlar, hayatını kaybedenler hızla artıyor.

Bir iken 501 oldu, her gün yeni canlara çelme takıyor insafsız virüs! Alınan önemlere her gün yenileri ekleniyor. En riskli grupta olan 65 yaş üstüne sokağa çıkma kısıtlaması getirildi önce sonra 20 yaş altı aynı gruba dahil edildi, maske takmak zorunlu hale getirildi ama satışı yasaklandı, bulmak zorlaştı. Yeterki musallat olmasın, her önleme katlanırız, maskemizi de kendimiz yaparız. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın da dediği gibi “ Korona virüse karşı en büyük kozumuz yakalanmamak!.” O kozu iyi kullanmak gerek.

Daha 3 ay önce Çin’de ilk vakalar patladığında davulun sesi uzaktan hoş geliyordu. Wuhan sokaklarının ıssızlığını, olayın büyüklüğünü, gizemini gösteren bir kaç dakikalık videoları korku filmi izler gibi izleyip, birbirimize iletip sonra normal hayatımıza dönüyorduk. O kadar uzaktı ki Çin, K.virüs sadece onların sorunu gibi görünüyordu, bu tarafa bu hızla geleceğini kimseler hesap edemedi! Meğer bu Korona ne sinsi bir vürüsmüş! Dünya’nın altını üstüne çevirdi !

Pencereden sokağa bakıyorum, heryer sesiz sakin, bir iki kişi köpeğini çıkarmış, sokaktan tek tük araba geçiyor, karşıdaki bakkalın çırağı elinde taşıdığı siparişi, yüzünde maskesiyle arada bir görünüyor, kayboluyor. “Dışarda mevsim baharmış” ama gezip dolaşanlar azmış diye geçiyor içimden!

Her sabah aynı saatte sesini duyduğumuz, sokağa yeni günün geldiğini haber veren, bugünde uyandık, sokaktayız, gün başladı, hayattayız, işimizin başındayız dercesine “simiitçiiiiii” diye seslenen hatta kapıya kadar simiti çıkaran, güne, hayata umut veren simitçimizin sesi de artık hiç gelmiyor…

Simitçinin umut veren, günün normalliğini çağrıştıran sesini ne çok özlediğimi farkediyorum, günde 3-4 kez bağırarak geçmesinin ne derin anlam taşıdığını farkediyorum.

Bu duygu bu özlem yabancı değil aslında tanıdık geliyor birden!

Yurtdışında yaşarken de zaman zaman aynı hisse kapıldığımı ayrımsıyorum. Simitçinin yurdumda, evimde olduğunu duyumsatan, güven veren seslenişini özlediğimizi anımsıyorum. Sonra anılar üşüşüyor simitle ilgili. Oğlum da küçükken ilk simitçiyi taklit etmeye başlamıştı, kafasına tepsi gibi bir şey koyar, simitçi diye bağırır dolaşırdı evin içinde. Endonezya’da yaşarken de güzelim simitlerimizi çok özlemiş ve simit yapmaya başlamıştım. Hatta oğlumun simit satma taklidi de bir nevi gerçek olmuş, yaptığım simitlerden bir iki Türk komşumuzun kapısına simitçi geldi dayanarak servis yapmıştı!.

Tekrar sokağa bakıyorum bizim simitçiyi düşünüyorum! Ne yapıyordur, nasıl geçiniyordur acaba, o da eve kapanmıştır galiba çoğumuz gibi!

İtiraf etmeliyim ki son zamanlarda bizim simitçiye karşı biraz suçluluk duyuyordum. Aşağı caddeye simit fırını açılalıberi onun önünden geçerken fırından taze çıkan simitleri tercih ediyordum. Hatta yolda karşılaşırsak bizim simitçi görmesin diye paketi de saklayarak geliyordum eve. Eskisi gibi sık simit almadığımızdan anlamıştır diyorduk o yüzden arada bir yine de ondan alıyorduk. Onun sesi sokaktan hep gelsin istiyorduk. Sokağa çıktığımız günlerde oğlumu okula götürken ilk karşılaştığımız o olurdu, günaydınlaşırdık hep, sonra gün boyunca denk gelirdik gülümseyerek el sallar yollarımza devam ederdik. Demek ikimizde dolaşır dururmuşuz, koşturmaca içinde. Bugün ise hergünün aynısı gibi!

Cumartesi mi demiştim! Evet ne önemi var hangi gün olduğunun hergün aynı ne de olsa EVDE KAL dığımız günler. İşe gitmek zorunda olanlar hariç, onlar yine de takip etmek zorundalar hangi gün olduğunu. Biz evde kalanlar için değişmiyor.

Yok yok şikayet ettiğim sanılmasın! Koronalı günlerde evde kalabilmek bir lüks elbette!. Çalışmak zorunda olup, dışarı çıkması gereken o kadar insanı düşününce! Minnet duyyuyorum onlara.

Sahsen ben henüz sıkılmadım evde! Hatta günler daha hızlı geçmeye başladı evde kalalıberi. Hiç dışarıya çıkmadan nasıl böyle oluyor anlaşılır gibi değil. Konuştuğum arkadaşlarımın bir çoğu da aynı fikirde! Meğer ne kadar özlemişiz evde kalmayı!

Uzmanlar da öneriyor günlük rutininiz olsun! Hergün aynı saatte kalkın, spor yapın, duşunuzu alın, giyinin, aile ve arkadaşlarınızla konuşun, haberlerin dozunu ayarlayın.

 

Koronalı günlerde siz  sürecin neresindesiniz?

Ben şahsen düzenimi hiç değiştirmedim, yine erkenden kalkıyorum.O gün ne yapacaksam planlıyorum. Kahvaltı, temizlik, yemek yapma, okuma, yazma, mesajlaşma, aileyle telefonlaşma, biraz sosyal medyada gezinme, ekşi mayalı ekmek bile yapıyorum!

Sonra kutulara doldurup bir ara bakarım, okurum diye sakladığım şeyleri, faturaları ayıklama var, atsan bir türlü atmasan başka türlü yer kaplıyor. Eğlenceli hale getirdik, bakalım bu kutudan ne çıkacak diye açıyoruz kutuları sırayla” bir zamanlar öyle bir yarışma vardı hatırlıyorum.

Minimalleşmek, azalmak gerekiyor artık. Biriken ne çok şey var, ayıklamakla bitmiyor, bütün bu şeyleri yapmak da bir çırpıda olmuyor. Evrakların, anıların arasına dalıp gidiyorsun. Biriktirdiğimiz, bir gün bakarız dediğimiz fotoğraflara bakmanın, albümleri karıştırmanın da tam zamanı! En atamadıklarımız da kitaplar oluyor. Onlara daha sıra gelmedi bile!

Sonra hızla alışverişe gidip geliniyor. Ev ahalisi evde haliyle yeniliyor ve içiliyor.

Bütün bu günlük işlerden kısa bir kaçış ise yoga yapmayla oluyor. Bir süredir devam ettiğim Hindistan Büyükelçiliği yoga derslerini online’a çevirdi. İnternette bir çok, ücretsiz yoga dersi var isteyene ama ben alıştığımı tercih ediyorum, iyi geliyor. https://youtu.be/cpdnaJtPwSE

Açık Öğretim de İkinci Üniversite’ye başlamıştım, onun sınavları da var yakında, yıllar sonra ders çalışmak, sınava hazırlanmak ayrı bir heyecan. Bu kez bir ilk olarak sınavlar da internette olacak! Anadolu Üniversitesi Rektörü “Değerli öğrencilerimiz size güveniyoruz, kopya çekmezsiniz, zaten biz de gerekli önlemleri aldık” dedi ve öğrencileri vicdanıyla başbaşa bıraktı! Nasıl olacak deneyimleyip göreceğiz.https://www.anadolu.edu.tr/acikogretim/aof-duyurular

Akşamları ise aileyle eğlenceli bir şeyler yapma zamanı. Film izlemek ya da scruble türü kutu oyunları oynamak gibi.

 

En önemlisi bir de her akşam 9 da sağlık çalışanlarını alkışmaya pencereye çıkıyoruz. Bizim sokak o saatte azıcık canlanıyor, oğlum trompetini çalarak herkesi adeta alkışa çağırıyor, karşı apartmanda bir iki pencere açılıyor, beraberce 1 dakika sağlık çalışanlarını düşünüp alkışlayıp, minnetimizi dile getiriyor, sonra birbirimize el sallayarak konforlu odalarımıza geri dönüyoruz. Sağlık çalışanları ise uykusuz bir şekilde sabaha kadar koşturarak, Korona virüs kapma riskiyle yüzyüze şifa vermeye uğraşıyorlar. Atakule kırmızıya boyanmış, bir kalp simgesi var” Sağlık çalışanlarımız kalbimiz sizin için atıyor” yazısı durmadan akıp geçiyor, kırmızı renkler kalp atışı gibi yanıp sönüyor.

Bilmiyoruz daha ne kadar böyle yaşayacağız, evde kalacağız ? Ne zaman tekrar birbirimizi yemeğe çaya çağırabiliceğiz, dışarda buluşup, çat kapı ziyaretlere gidebileceğiz, çocuklar ne zaman okullarına dönebilecek, kuryelerin işleri azalacak, maskeler hurçlara kaldırılacak, el sıkışıp, sarılabileceğiz!

Normal sandığımız günlük hayatımız ne kadar olağanüstüymüş meğer diye düşündüğümüz, yaşadığımıza inanamadığımız, gerçeküstü görünen bugünlerin de bize önemli şeyler öğrettiğinin ayırdına varmak belki de en büyük kazancımız olacak.

Kış uykusuna yattığımız evlerimizden elbette bir gün çıkacağız, artık bahar mı olur yaz mı olur bilinmez! O günleri beklerken hayatı atlamayalım, anı yaşayalım. Bu arada gelsin dışarı çıkacağımız günler sağlıkla çıkalım.

Simitçilerin taze simit diye seslenmeleri sokaklarda yankılasın yine, normale dönelim, simitleri çekinmeden yiyelim! Geçen Cumartesi başladığım yazıya bu Cumartesi nokta koyarken can kaybı sayısı 1009’a yükseldi, iki günlük sokağa çıkma yasağı ilan edildi! Bu da gelir bu da geçer!

Gülseren Tozkoparan Jordan

11 Nisan 2020